16 Ekim 2012 Salı

Evlilik ve Ahlak Üzerine Bir Russell


Rakı içsin, hoş sohbet olsun ve illaki nazik olsun gönlüme düşen ilk adamla evleneceğimi açıklamamdan bi kaç gün sonra bir arkadaşımın elime tutuşturduğu Evlilik ve Ahlak adlı kitabı çoook büyük bir zevkle ve son zamanlarımın en hızlı okuyuş, kavrayış ve etkileniş biçimimle bir solukta okudum.
Kadın üzerine çalışmam öncesinde bu kitapla tanışmak kadar, Bertrand Russel ile tanışmam da çok önemli bir hal adlı benim için. Kitabın, Evlilik, Boşanma gibi  bazı bölümlerini okumadım, keza hiç de gerek duymuyorum. Anaerkil toplumdan Ataerkil topluma geçiş, Endüstri devriminin cinsel ahlak üzerine olan etkisi, Ortaçağa kadar Romantik aşk nedir bilmiyor oluşumuz ve yazarın şahane ifadesiyle, şairlerin uygar insana dayattığı, kattığımız kişiliğimiz ölçüsünde sevgiye biçtiğimiz değer yanılgısı, içimde bir yığın ışığın aynı anda yanmasına neden oldu. Çok iyi oldu.
 tabi ki her önemli şeye karışan dinin cinselliğe de karıştığını , kıskançlığın örneğin, her yerde ve durumda çirkin  sayıldığını ama aşkta izin verilen bir durum olduğunu anlatıyor. Elbette din aileye önem veriyor.
Fakat Yasaların bir ürünü ve nüfusu yenilemenin, regule etmenin bir yolu olan evlililiğin  özellikle babalık figürünü alt üst ettiği üzerine çok duruyor. Tutucuların aileyi, işçi sınıfının çalışkan erkeği sevdiği bir dünyada erkek olmak zor olsa gerek. Ve bir anne çocuğunun  babasının kim olduğunu bilmeye gerek duymadığı zaman, devlet babalık rolünü üstlendiği zaman , Russel'a göre ahlaki çöküntü oluşuyor. Romantik aşkın en çok önemsendiği   ABD'de bu romantik aşkların dünya üzerinde en çok oranla boşanmayla bittiğine işaret ediyor. Uygarlık tarihi aslında baba yetisinin gittikçe azalmasının hikayesidir diyor.
Kadınların çağlar boyunca kendilerine konan yasakların erkeklere de konması yerine, her iki cinse de özgürlük ve eşitlik sağlayan bir sistemi istedikleri görülmüştür. Çağdaş feministler, ahlakı özgürlükte de eşit olmak istemektedirler. Bana göre; Russel'ın bahsettiği ahlaki çöküntü doğru olmakla birlikte, erkekler devletin kendilerinden rol çaldığı düşüncesini bir kenara bırakıp, babalıklarını yaparken erişecekleri bilinç ve medeni düzeyle ilişkili olarak pek çok ahlaki çöküntünün oluşmasını engelleyebilirler. başka bir deyişle, annenin çocuğun babasının kim olduğunu bilmeye gerek duymadan yaşayabilme, çocuğunu büyütebilme  imkanlarına sahip olması, bir kadını bir sürü adamdan çocuk yapma düşüncesine asla itmeyecektir, fakat üreme içgüdüsünü tüm dünyaya yaymaya çalışan  erkekler için dünyaya gelen çocuklarına karşı hissetmedikleri babalık duygusu ahlaki çöküntünün temel sebebi olabilir. Kısacası bu durum devletin babalık rolunü çalması değil, buna mecbur kalmasıdır.

Ancak Ortaçağ' da romantik aşk, meşru olsun ya da olmasın cinsel ilişkiye girilebilecek her hangi bir kadına değil, geleneklerin ve ahlak kurallarının ilişkiye izin vermeyeceği saygıdeğer kadınlara karşı imiş.Bakınız saygıdeğer kadın tanımına. Bunu yadırgamıyorum tabi ki, bu durumu tarihten bağımsız yorumlamak yanlış olur. burada dikkate değer konu, romantik aşkın hayatımıza girme zamanının geçliği. Çok değil Fransız ihtilalinden bu yana evlilikleri romantik aşkın doğurması gerektiği düşünülmeye başlanmış ki, çok çok geç kalınmış olduğunu düşünmekteyim. Bu nedenle belki Russel diyor ki;
 ''Bizim yaşadığımız demokratik çağın Şövalye ruhlu aşklara neler borçlu olduğunu unutuyoruz!...''
Şövalye ruhu deyince bile aşık olası gelebilecek günümüz insanı adına Selam olsun o ruhla mücadele edenlere diyelim.
Burada sona erdireyim ...
İkinci konumuz Öjenik olacak ki bu konuyu tartışmaya açacak cesaretim olmadığı için sanırım sadece Russell'ın düşüncelerini aktaracağım sizlere..

Çolpan ERDEM

Hiç yorum yok: