31 Ekim 2012 Çarşamba

Kalp Üzerine Enteresan Bir Yazı




Kalp ameliyatlarında kalbi dışarıya çıkarırlar, ameliyat bittikten sonra vücuda yeniden yerleştirirlermiş. Dışarıda olduğu esnada atmayan kalp ise, yeniden vücuda yerleştirildiğinde doktorun eliyle ufak bir itme yapması ile tekrar atmaya başlarmış. Bize çizgi filmlerde gösterdikleri gibi dışarıya doğru ileri geri bir atma değil  tabi ki bu. Arapça 'alb' kökeniniyle türeyen ve anlamına mazruf şekliyle, yani bir o tarafa bir diğer tarafa. Çünkü kalp kelimesi bir durumdan başka bir duruma çevirme, dönüştürme anlamına gelmekte. Bu organa kalp derken atalar, gerek fiziksel gerekse duyusal anlamını yakalamış olmalılar. Şaşkınlık içerisinde düşünüyorum ben de, belki şu an bu yazıyı okurken sizler de düşüneceksiniz. Kalp, duyusal olarak da, dönüşür! Sevgili Ortaçgilin en sevdiğim şarkılarındandır, 'aşk çarpar dönüştürür' der. . Demek ki kalp, sevdiği tarafa doğru dönüşür. Bugüne kadar sevdiğimiz herşeye, herkese, her duruma biraz dönüştük, onlar da bize biraz dönüştüler. Gerçek sevmelerinizde yaşadığınız çarpışma gibi, sizdiniz ve diğeri... Dönüştünüz! Kalp, bir durumdan başka bir duruma dönüşürken hep duygusal hep iyi hep şahane değildi. Dünya için harika sizin için berbat bir yığın sabah hatırlarsınız. En mutlu olmanız umulan anlarda hüzünlü, seviliyorken mutsuz, sağlıklı iken hasta gibi... Dönüştünüz! Bunu yıldızlara, burçlara havalara bağlamak kolay olan. Duygularınız da kalbiniz gibi dönüşüp durdu. Çok sevdiniz, nefret ettiniz, hoş gördünüz, tahammül ettiniz, affettiniz, sevmediniz, umursadınız, vazgeçtiniz. Bu duyguların hepsini, bazen tek kişiye hissettiniz. bir olumlu ve bir olumsuz yoğun duyguyu aynı kişide muhakkak hissettiniz. Siz mantığınızla düşüne durun. Nefret ettiğiniz pek çok insanı sevdiniz. Kalbiniz. Siz. Dönüştünüz. Dönüşmeye devam edeceksiniz yaşadıkça. Bundan kaçış yok gibi. Kaçmaya da gerek yok gibi. Sevmelerin dönüşümleri güzel, sevmiyorsanız gene öyle. Çünkü kalbiniz dönüştükçe, duygu yoğun pek çok an kalbinizin hazır olduğı anı beklemekte. Şşşşş ne zaman hazır olur, siz bile bilemezsiniz! Sevgilerimle ;))))

26 Ekim 2012 Cuma

BIRAKIP GİTMEK İÇİN DÜNYAYA/GİTMEDEN DAHA




Son zamanlarda sıkça ölüp gidersem diyorum. Ağzıma sakız oldu. Ölüp gidersem peki? Ölüp gittiğimde ne olacak? Hepimiz ölüp gideceğiz gibi farklı anlamlarda ama ölüm temalı. Ve herşey bi yana, ölüp gidersem öyle anlamsızca, hiç eser bırakamazsam bu dünyaya. Ölümüm garip bir hastalıktan, saçma bir kazadan filan olursa. Yeterince öğrenemezsem ve yeterince aktaramazsam bunu dünyaya... Çok fena...
Son zamanlarda canım sıkkın enerjim düşük oldu çok bunaldım. Fakat son bir hafta tavan yaptı mutsuzluğum isteksizliğim...Sürekli olarak telefondan beni proje yağmuruna tutan arkadaş olmasa bişeylere kafa bile yoramıyordum.sağolsun düşündürdü durdu beni.
Ama tabiki mesele bu değil. Mesele Agoradaki bilim kadını,İrlandadaki gazeteci, the newsroomdaki yapımcı kadın gibi olmak istemem. O yüzden dünyaya kalıcı eserler bırakmalı, bir çift laf edebilmiş olmalı ve gerekirse bu uğurda ölmeliyim. Gerçekten öyle.
Son zamanlarda kafamı çok karıştıracak birbirinden fArklı bi sürü kitap okuyorum. Şerif Mardin de var, Ahmet Davutoğlu da, Russell da, Ayşe Buğra da, İbni Rüşd de...iyice kafam karışınca o zorlama hali iyi geliyor bana. Projelerde çalışırken eve gelip bişeyler okumak zordur gerçekten keza akşama kadar zaten hep okursunuz. Literatür taramalarının alasını, yabancı kaynakları, kanunları yönetmelikleri süreli yayınlarda çıkan makaleleri filan. Ben de kopmuştum ayrıca besleyici şeyler okumaktan. İrlanda da biraz okumaya başladım, neyseki yüksek lisansla mecburen başlayan okumalarım düşündüğümden daha hızlı ve eğlenceli olmaya başladı. Ayrıca bi de okuduklarımı merak edip araştırıyorum, o esnada da başka şeyler çıkıyor derken yeni yeni bilgiler ekliyorum kendime. Yoruluyorum gerçekten fakat buna değiyor içimde.
annemlerin bana zorla içirdiği b12 vitamini gerçekten bana çok iyi geldi. Sırtımın ağrısı hafifledi ki bu inanılmaz, 6 aydan fazla oldu neler çekiyorum bilemezsiniz sırtımdan. Ve enerjim yükseldi biraz hatta bariz bir  yükseklik bu. Ohhh akşam kitabımı okurken hiç uykum ile gelmedi. O yüzden belki de kabardı içimdeki kahramanın duyguları belki. Evet canım dedi madem bişeyler bırakmak istiyorsun dünyaya hadi durma.
Aslında 1. Sınıftayken daha oynanan bir oyunum var benim, adımın Çehovla aynı afişte yer alması onurunu yaşadığım, ilk eserim, kamuoyuna ulaşmış, hem Mersin de hem Ankarada oynanmış bir eser. Gurur duymalıyım. Sonra canım Esra'mın bana modellik yaptığı fotoğraflarım Çankaya Life dergisinde basılan. Öyle şık ve profesyoneldi ki...ufak tefek yazılarımız şiirlerimiz var bi de eğer bir kişiye bile ulaşabiliyorsak ne mutlu bize. Şimdi neden biz'li bir ağıza geçtim yazarken bilmiyorum;)) blog yazarlarını kastetiğim için içgüdüsel oldu sanırım;))
Bi de tabi son zamanların en en en şahane şeyi, Bekle beni şiirimin beste yapılacak olması. Kimin yaptığını beste bitince paylaşacağım sizle, düşündüğümüz kişi değil ama :)) çok heyecanlıyım inanın, harika olacak zannımca...
Fakat bu romantik eserlerden sonra ama zannetmeyin ki değersiz benim için, bilakis hep çok özeldir bir mısra bile içinde aşk varsa, bırakarak ölüp gitmek istediğim çok şey var hayatta. Söylenmedik çok sözüm var. Biriktiriyorum şimdi, zamanı gelince her biri tek tek ulaşacak dünyaya...belki ölüp gitmeden daha....
Sevgilerimle
Çolpan....

16 Ekim 2012 Salı

Evlilik ve Ahlak Üzerine Bir Russell


Rakı içsin, hoş sohbet olsun ve illaki nazik olsun gönlüme düşen ilk adamla evleneceğimi açıklamamdan bi kaç gün sonra bir arkadaşımın elime tutuşturduğu Evlilik ve Ahlak adlı kitabı çoook büyük bir zevkle ve son zamanlarımın en hızlı okuyuş, kavrayış ve etkileniş biçimimle bir solukta okudum.
Kadın üzerine çalışmam öncesinde bu kitapla tanışmak kadar, Bertrand Russel ile tanışmam da çok önemli bir hal adlı benim için. Kitabın, Evlilik, Boşanma gibi  bazı bölümlerini okumadım, keza hiç de gerek duymuyorum. Anaerkil toplumdan Ataerkil topluma geçiş, Endüstri devriminin cinsel ahlak üzerine olan etkisi, Ortaçağa kadar Romantik aşk nedir bilmiyor oluşumuz ve yazarın şahane ifadesiyle, şairlerin uygar insana dayattığı, kattığımız kişiliğimiz ölçüsünde sevgiye biçtiğimiz değer yanılgısı, içimde bir yığın ışığın aynı anda yanmasına neden oldu. Çok iyi oldu.
 tabi ki her önemli şeye karışan dinin cinselliğe de karıştığını , kıskançlığın örneğin, her yerde ve durumda çirkin  sayıldığını ama aşkta izin verilen bir durum olduğunu anlatıyor. Elbette din aileye önem veriyor.
Fakat Yasaların bir ürünü ve nüfusu yenilemenin, regule etmenin bir yolu olan evlililiğin  özellikle babalık figürünü alt üst ettiği üzerine çok duruyor. Tutucuların aileyi, işçi sınıfının çalışkan erkeği sevdiği bir dünyada erkek olmak zor olsa gerek. Ve bir anne çocuğunun  babasının kim olduğunu bilmeye gerek duymadığı zaman, devlet babalık rolünü üstlendiği zaman , Russel'a göre ahlaki çöküntü oluşuyor. Romantik aşkın en çok önemsendiği   ABD'de bu romantik aşkların dünya üzerinde en çok oranla boşanmayla bittiğine işaret ediyor. Uygarlık tarihi aslında baba yetisinin gittikçe azalmasının hikayesidir diyor.
Kadınların çağlar boyunca kendilerine konan yasakların erkeklere de konması yerine, her iki cinse de özgürlük ve eşitlik sağlayan bir sistemi istedikleri görülmüştür. Çağdaş feministler, ahlakı özgürlükte de eşit olmak istemektedirler. Bana göre; Russel'ın bahsettiği ahlaki çöküntü doğru olmakla birlikte, erkekler devletin kendilerinden rol çaldığı düşüncesini bir kenara bırakıp, babalıklarını yaparken erişecekleri bilinç ve medeni düzeyle ilişkili olarak pek çok ahlaki çöküntünün oluşmasını engelleyebilirler. başka bir deyişle, annenin çocuğun babasının kim olduğunu bilmeye gerek duymadan yaşayabilme, çocuğunu büyütebilme  imkanlarına sahip olması, bir kadını bir sürü adamdan çocuk yapma düşüncesine asla itmeyecektir, fakat üreme içgüdüsünü tüm dünyaya yaymaya çalışan  erkekler için dünyaya gelen çocuklarına karşı hissetmedikleri babalık duygusu ahlaki çöküntünün temel sebebi olabilir. Kısacası bu durum devletin babalık rolunü çalması değil, buna mecbur kalmasıdır.

Ancak Ortaçağ' da romantik aşk, meşru olsun ya da olmasın cinsel ilişkiye girilebilecek her hangi bir kadına değil, geleneklerin ve ahlak kurallarının ilişkiye izin vermeyeceği saygıdeğer kadınlara karşı imiş.Bakınız saygıdeğer kadın tanımına. Bunu yadırgamıyorum tabi ki, bu durumu tarihten bağımsız yorumlamak yanlış olur. burada dikkate değer konu, romantik aşkın hayatımıza girme zamanının geçliği. Çok değil Fransız ihtilalinden bu yana evlilikleri romantik aşkın doğurması gerektiği düşünülmeye başlanmış ki, çok çok geç kalınmış olduğunu düşünmekteyim. Bu nedenle belki Russel diyor ki;
 ''Bizim yaşadığımız demokratik çağın Şövalye ruhlu aşklara neler borçlu olduğunu unutuyoruz!...''
Şövalye ruhu deyince bile aşık olası gelebilecek günümüz insanı adına Selam olsun o ruhla mücadele edenlere diyelim.
Burada sona erdireyim ...
İkinci konumuz Öjenik olacak ki bu konuyu tartışmaya açacak cesaretim olmadığı için sanırım sadece Russell'ın düşüncelerini aktaracağım sizlere..

Çolpan ERDEM

11 Ekim 2012 Perşembe

VİCDANIN HÜZNÜ



Ankara'ya sancısından önce gelen güz, bu sabah pek çok insana yarım yamalak bir hüzün duygusu yaşatıyor. Anılar, acılar, aşklar gelip geçiyor kalplerimizden. Hafif bir acıtışı, ama yine de sakin bir anlayışı var bu griliğin.  Azcık da kadmiyum sarısı serpiştirilmiş olsa gökyüzüne ne çok mutlu olurum. Bir Fransız stili gider bu havaya giyinmek için, sabah evden çıktığınızda yağmur kokusu, trafikte hışırtısı tekerleklerle buluşan yağmur damlalarının, sabahın köründe ciddi bir toplantı, sonrasında şahane bir kahve buram buram Avrupa kokan illaki, ve sakin bir şarkı ile tamamlanabilir. Fakat böyle bir  hüzün (!)  mutlaka yarım yamalak bırakılmalı heba edilmemelidir.

Çünkü Aklın ve Vicdanın zekatı olan hüzün, tetikleyicisinin gerisinde kalmamalı, olabildiğince doğal halinde yaşanmalıdır. Hüzün vicdanı  saflaştırır , kişiyi kirlerinden ve günahlarından arındırır. Yağmurla bağdaştırılması bu nedenle olabilir belki. Akıp gitmesini isteyebiliriz. Ama gitmez öyle kolay kolay. Gerçek hüzün bilinenin aksine depresif, agresif, gürültülü ve isyankar değildir. Sessizliktedir. Bir inziva gibi içinize kapandığınız  o gecededir. Bir siyah çay deminde, bir kapı eşiğindedir. Her kim ki çığırtkanlığını avazı çıktığı gibi yapıyorsa hüznünün, gözlerini kısarak bir şarkıya dalıp gitmek sanıyordur hüznü.
Vicdanın zekatı olan hüzün, aklın da zekatıdır. Aklı billurlaştırır. Savunmacı bir suçlama metodu değil, bir anlayışlar bütünün geliştirilmesine neden olur. Çok zordur. Tekrar tekrar düşünmek, önce aralamak ayrım yapmak sonra arınmak gerekir. Aklınız, yani bildiklerinizin zekatı bunu anlatmak, paylaşmak, insanlara aktarmakla verilebilir. Bu sorumluluğunuz hüznüdür belki de bu...Ve yeni bilgiler yeni anlayışlar geliştirmek kendinize.
Kısaca hüzün, ağlak şımarık çığırtkan  çocuğu değil ruhumuzun, ödememiz gereken bir bedeldir. Arayışlarımızdır...Karmaşalarımızın temizleneceği, yön bulacağı, yönlerini değiştireceği, ruhumuzun yansımasıdır yaşamımıza. Yaşadıkça biz...

Çolpan ERDEM




10 Ekim 2012 Çarşamba

BEKLE BENİ



geleceğim o gün...
o gün artık bıktığın usandığın dünyanın son günü,
benim doğum günüm olacak.

o elbise olacak üzerimde, uzun, beyaz,
ellerim tüm izlerini silmiş geçmişin
bir bebek elinin tutunmaya  çalışması gibi dünyaya
öylece avuçlarına saracak seni...


sen çoktaan kurmuş olacaksın sofrayı,
soframızın şenliğine kadeh kaldırırken
biliyorum gözlerin
taa içine bakacak ruhumun..
öyle çok özlemiş olacağız ki birbirimizi
ne izi ne kederi geçmişin
bizi yerle yeksan eden her şeye teşekkür edeceğiz...


saçlarım iyice uzamış belki
koyu...su bile kalmamış olacak hüznünün senin
daha çok jazz dinleyip daha az susacağız...
olgun bir yetişkinken sen
ben hala hırçın dalgasını içinde taşıyan
deli kızı olacağım dünyanın
heyecanla anlattığım her kelimeyi
dinleyeceksin biliyorum,
beni dinleyeceksin...
beni olduğum gibi sevdin, hep öyle seveceksin...



sahil kasabasında, ayaklarımız kum çakıl
yaramazlıklar yaparken şen şakrak hallerime çiçekler takacaksın
kaçışlarını, karmaşalarını, takıntılarını değil yaşamımın
kokusunu getireceğim tüm çiçeklerin...
bekle beni,
o gün geleceğim...



Çolpan Erdem

6 Ekim 2012 Cumartesi

Balzamin



sen el kadar bir kadınsındır
sabahlara kadar beyaz ve kirpikli 
bazı agaçlara kapı komşu
bazı çiceklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi 
bir insan edinmişsindir kendine 
bir sarkı edinmişsindir,bir umut 
güzelsindir de oldukça, çocuksundur da 
saçlarınla beraber penceredeyken 
besbelli arandığından haberli 
gemiler eskirken, deniz eskirken limanda 
sevgili...


c. süreya

2 Ekim 2012 Salı

Elalem Saygı/sı/zlığı




Okula başladığımdan beri, ki bu ikinci haftam, koştura koştura ofisten çıkıp kızılaya inip cinnaha gitmek için otobüse binmeye çabalıyorum. Güzel ülkemin toplu taşıma araçlarını acımasızca eleştirecek kadar Avrupa gördüm fakat yaşadıklarım karşısında ne hissedeceğimi bile bilemiyorum. Ben ki senelerce metrolarda Ostime gitmiş gelmiş bir insanım ayrıca, fakat kızılayda otobüse binmek istiyorsanız 2 kez düşünmekte, topuklu ayakkabı giymemekte ve koşmaya hazırlı olmakta fayda var diye düşünüyorum. Bi kere hiç bir otobüs durağında durmuyor, yolun ortasında her an haraket etmek üzere bir iki dakika bekliyor ve kapıları suratınıza vurabilecek kadar acımasızca ve anti insani bir görüntü çıkıyor ortaya. Ve ben iki üç otobüse binemiyorum bu yüzden. Trafik vızıtr vızır akarken yola fırlayıp nasıl otobüse binebilirim ki? Tam kapı kapanmak üzereyken üstelik, insanları ittirip kaktırıp nasıl dalabilirim kalabalığın içine? Bu gün artık durağa yakın bir mesafede, ama en azından yolunda durmayan bir otobüse binecekken tam, yaşlı bir amcayı getirdi genç bir çocuk. Kendisine yol verdim ve beklemeye başladım, yaşlı amca o merdivenleri çıkamıyordu. Elbette sağlıklı genç insanlara bile uygun olmayan fiziki şartları taşıyan bu taşıtlara yaşlı, engelli, çocuk gibi özel ilgi gerektiren gruplara dahil insanların rahatça inip binmesi hiç kolay değil. Elbette bu geri kalmış, keşmekeş, heryerinde kaos, karmaşa bir yaşam sürüyor olmamız hepimizin ortak kültürü ve ne yazık ki pek de rahatsız değil gibiyiz ki değiştirmiyoruz. Fakat o yaşlı amca otobüse binerken çok zorlanırlen, zaman kaybettiğini düşünen ve o yardıma ihtiyaç duyan yaşlı amcaya sanki pis, pislik bir insana bakar gibi bakıp burun kıvıran o şoför, asla kabul edilemeyecek iğrençlikteki varlığıyla hayatımızın tam orta yerinde durmakta. O bakış, içimi kaldırdı... Büyüklerine saygı göstermeyi anne babasının yanında sigara içmemekten ibaret sanan, korktuğu kendine öğretildiği ve gördüğü kadar zorunlu saygılar geliştiren, bir başkasının büyüğüne, yaşlısına asla insan gibi davranmayacak olan bakış açıları ve yaşam biçimleri...
Kız kardeşlerine  hayatı dar eden fakat başka kadınlara kadın oldukları için çirkince davranışlarda bulunan laf atan zor durumda bırakan bir erkek gibi... 

Bu ülkede insanlar birbirlerine günaydın demiyor... Pek çok ülkede göz göze gelen herkesin selamlaştığını, gülümsediğini görürsünüz.
Bu ülkede sabah günaydın demeden yanında geçip gitmediğiniz güvenlik görevlisi sizin kendisine yazdığınızı anlatır ballandıra ballandıra iğrenç erkek muhabbetlerinde.
Daha çok küçükken ayrılırsınız kadın erkek diye.
Kızlar ayrı erkekler ayrı çocuk olarak değerlendirilir. Kızlar sakınmayı saklamayı, erkekler ise açıp saçmayı abartmayı ...
O kadar çok elalem ne der diye duyarsınız ki elalem öcüleşir, korkulacak korunacak uzaklaşacak birşey olur.
El alemdir. Tek gerçek siz. Sanırsınız ki dünya paylaşmak birlikte yaşamak için değil, saklanıp yok olmak içindir. 

Elalem ne derse diye dayatıla dayatıla, elalemden gizli saklı yaşamaya başlarsımız herşeyi. Etrafınızda herşeyi acımasızca eleştiren asla kabul etmeyip sürekli ayıplayan fakat kapalı kapılar ve sırlarla , duyguları hormanları ve tüm insana özgü yaşamlarını baskılarla devam ettirmeye çalışan yığınla insan vardır. Mutsuz.. Mutsuz iyi aile çocukları...iyi insanlar hatta...

Kötüleri de olur elbette... Bırakın babasını amcasına bile saygısından gık edemeyecek fakat başka amcalara tüm çirkinliğini dökecek... Kız kardeşine biri yan gözle baksa katil olacak, ama sokakta tek başına bir kadın görse lafı yapıştıracak. Başka bir kadına hemen kötü kadın damgasını yapıştıracak fakat kendisine asla dönüp bakmayacak....

Ne yapıyorsun ki dedim kendi kendime o sahneden sonra. Şimdi gittin bu işin ilmini öğrenmeye çalışıyorsun diye, azcık bişeyler  gördün hayatta, medeniyet yoksunluğu çekiyorsun diye... 

Bütün bir ders beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyen bir yığın başka insan cabası... Ceketim ben, ben ceketim, çekip gidivermek istedim...