22 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir Modern Zaman Kavramı: Eşit(siz)lik





De Tocqueville'e göre toplumsal statüler arasındaki geleneksel ayrımları sarsan eşitlik ilkesi , modern demokrasilerin ana meselesidir. 
Modern eşitlik anlayışı, kişisel özgürlüğü ve bireyin kültürlü olmasını olanaklı kılan koşullar adına ciddi kaygılar duyulmasına neden olmuştur.

Temelde Eşitlik modern ve ilerlemeci bir fikirdir. Söz konusu bu değer radikal toplumsal değişmenin ölçütü olarak ele alınabilir. 
Bu modern ve ilerlemeci değer ile ilgili Bryan Turner 'ın Eşitlik adlı kitabında geçen Marx ve Weber 'in bakış açılarının belirtileceği bu çalışma aynı zamanda Bryan Turner'ın kendi görüşlerini de yansıtacaktır. 

MARX VE TOPLUMSAL TABAKALAŞMA 
Marx sınıfı insanların sermaye sahipliğiyle ve üretim araçlarıyla ilişkisine göre tanımlamıştır.
Üretim araçlarının özel mülkiyeti yatırımdan kar sağlamak için işçileri sömüren kapitalist sınıfın elinde toplanır. Bu durumda kapitalizmin ayırt edici özelliği emek gücünün bir meta haline gelmesidir.
İşçi sınıfı emek gücünü bir ücret karşılığında üretim araçlarının sahibi olan ve üretim sürecinden elde edilen karın bir sonucu olarak ortaya çıkan kapitalist sınıfa satmaya zorlanır.
Marx,  sık sık kapitalizmde sınıfların içkin bir yoksullaşma ve kutuplaşma eğilimi gösterdiklerinden söz etmiştir. Bu eğilim zamanla bir düşmanlık ilişkisinden iki ana sınıfın ortaya çıkmasına neden olur.
Marksist toplumbilim, tasarısında eşitsizlik, kişisel eksikliklerin ya da ahlaki kusurların ürünü değildir. Eşitlik temelde bireylerin bir niteliği değil bir bütün olarak toplumun bir özelliğidir. Bireyler, eşitsizliği yapılarında taşıyan ilişkiler tarafından toplumsal olarak yapılandırılmış toplumsal rolü üstlenmek zorundadırlar; bu anlamda bireyler eşitsizliğe zorlanır.
Kapitalizm, siyasal yapısı için asıl olan eşitsizlik ile ekonomik sistemin temelini oluşturan eşitsizlik arasındaki çelişkiye dayandığından görece istikrarsız ve tutarsız bir toplumsal sistemdir.
Bu nedenle modern  kapitalizm devlet sosyalizmine göre zenginlik yaratmada daha başarılıdır.  
Peter Hamilton'a göre; Zenginlik yaratmak, demokratik toplumların bekası açısından hayati önem taşır, ama zenginliğin bölüşümü ile ilgili sorunlardan da ayrılmaz.  Ekonomik büyüme ile gelir ya da zenginlik eşitliği birbiriyle bağdaşmaz hedeflerdir belki de. 

WEBER GÜÇ VE EŞİTLİK 

Alman toplumunda zümreler anlamına gelen sözcük soylular, meslek sahipleri, zanaatkarlar gibi geleneksel statü gruplarını kapsarken, sınıf kelimesinin karşılığı burjuvazi ve proletaryayı kapsar.
Weber iki sınıf tipi ayırt etmiştir; mülk sahibi sınıf ve edinimci sınıf.
Mülk sahibi sınıf, mülk sahipliğinin getirdiği ekonomik farklılaşmayla belirlenirken edinimci sınıf piyasadaki hizmet sunma fırsatlarından yararlanmaya göre belirlenir temelde.
Weber’in tabakalaşma toplum bilimi, bölüşüm, tüketim piyasa olgularını öne çıkarırken Marksist kuramlar daha çok üretime ve üretim ilişkilerine önem verirler. Bunun sonuçlarından biri de WEBER’in modelinde iki sınıfa bölünmüş bir tabakalaşma sisteminin değil bir sınıflar çoğulluğunun saptanmasıdır.
Weber’in piyasayla bağıntılı yaşam şansını ön plana aldığı düşünülürse bir sınıfı diğerinden ayırt etmenin açık bir yolunu bulmak olanaksızdır.
Weber için toplumsal çatışma hiçbir zaman yalın bir sınıf çatışması değildir. Sınıflar statü grupları ve partiler arasında hem piyasa hem de üretim sistemi açısından kaynak ve ayrıcalıkların tekelleştirilmesine yönelik yoğun bir mücadele demektir. Weber'e göre toplumsal eşitsizlik ile toplumsal çatışma belirli bir üretim tarzından doğan basit ekonomik görüngüler değildi.
Weber sosyalizm ile kapitalizm arasındaki ayrımı toplumbilim açısından anlamlı saymıştı. Sınıfla ve statü grupları arasındaki toplumsal eşitsizlik toplum denen şey için genel geçer bir olguydu.

Weber'in toplumbiliminden çıkan bir diğer sonuç da statü grupları toplumsal sınıflardan da, toplumsal sınıflar olmadan da ortaya çıkabildikleri için, statü grubu kimliği sınıf üyeliği duygusunu ve sınıf bilincini zayıflatır düşüncesidir.
Dolayısıyla, bir komünist ya da sosyalist toplumun istikrarlı koşullarında da yaşam tarzları tüketim malları ve saygınlık konusunda abartılı bir güç çatışması çıkabilir ortaya. Ekonomik sınıfın ortadan kalkması bir toplumdaki statü ve saygınlık eşitsizliklerini arttıracaktır.
Modern toplumun statü yapısı başkalarını dışlamak suretiyle konumlarını iyileştirmeye çalışan toplumsal grupların bitimsiz yayılma alanı olarak düşünülebilir.
SOSYAL DEMOKRASİ/ YOKSULLUK 

Bu kitabın savına göre; bir toplumdaki eşitsizliğin doğası ( dolayısıyla yoksulluğun nüfusa dağılımı) sosyo-ekonomik yurttaşlık hakları ile kapitalist piyasanın bölücü etkisi arasındaki ilişkinin bir işlevi olacaktır.
Genel bir toplumsal değer olarak bir eşitlik anlayışının gelişmesi evrensel yurttaşlığın gelişmesiyle olabilir.
Toplumsal yurttaşlığın köklü ve çoğu zaman şiddet içeren toplumsal değişikliklerin ürünü olduğu ileri sürülmektedir.
Modern yurttaşlığın 3 hazırlayıcısı vardır. Bunlar ;
- Sınıf çatışması
- Savaş dönemlerinde halk mücadelesi
- Göçtür
Bu görüşe göre toplumdaki  eşitsizliğin örüntüsünde önemli bir değişikliğin ortaya çıkması için toplumsal yapının sarsıcı bir şok geçirmesi gerekir.
Marksist söylemle; toplumdaki zenginlik ve güç dengesinde gerçek bir dönüşüm sağlamak için mevcut mülkiyet ilişkileri sisteminin sınıf mücadelesi aracılığıyla devrimci yoldan alaşağı edilmesi gerekir.
Eşitliğin nesnel koşulları uluslararasıdır. Çünkü yerel eşitsizlikler ülke içindeki tabakalaşmanın ürünü oldukları açıkça ortada olsa da ekonomik gerileme sanayisizleştirme ve bağımlılık gibi makro süreçlere bağlıdır.
Rekabetçi kapitalizm koşullarında eşitsizlik esas olarak parasal ilişkiler tarafından belirlenmekteyken,çağdaş kapitalizmdeki eşitsizliğin nedenleri;
İşsizlik, yaşlılık, etkin kimlik ve göçmenliktir. 
REFAH KAPİTALİZMİNİN PARAMETRELERİ
Eşitsizliğin belirleyicilerinden birçoğunun ekonomik sınıfla ancak dolaylı bir ilişkisi vardır.
Gelir eşitsizliğinin öncelikle yaşla, hane yapısıyla, etnik ve cinsel kimlikle, yani esas olarak toplumdaki atfedilmiş statülerle yakından ilişkisi vardır. Bu özellikler toplumsal sınıflarla ilintilidirler ama eşitsizliğin belirleyicilerinin daha çok saygınlık ve atfedilmiş rollerin bileşenleri oldukları açıktır.
Weber'in egemenlik doğası ve statü grupları konusundaki belirlemeleriyle karşılaştırıldığında Marx ile Engels'in ekonomik sınıf üzerinde duran görüşlerinin çağdaş toplumla ilişkisi zayıftır.
Kitlesel örgütlenmede güçlük çeken toplumsal gruplar toplumun kıyılarına itilirler, damgalanıp dışlanırlar. Kadınların yaşlıların etnik azınlık grupların onları kültürel gettolara tıkan ve eşitlikçi yurttaşlığa özgü kazanımlardan tam anlamıyla yararlanma olanaklarını sınırlayan bir toplumsal dışlanmaya maruz kaldıklarını söyleyebiliriz.
EŞİTLİK VE AYRICALIK
Eşitsizlik sorunu aynı zamanda ayrıcalıklılığın doğasıyla da ilgilidir.
Eşitsizlik sadece yoksulluk ve yoksunlukla değil, önemli ölçüde zenginlik ve ayrıcalıkla da ilgilidir.
Uygulanabilir ve istenir bir toplumsal hedef olarak şartlarda eşitliğe bağlılık büyük ölçüde özerk ahlaki birey ve bireysel sorumluluk kavramının ideolojik etkisine dayanacaktır.

Görülen o ki zenginlik yaratmada son derece başarılı olan modern kapitalizm; yoksulluk, yoksunluk, etnisite, ayrıcalık, sosyal statüler ve dahi nice farklı yönden bakılırsa bakılsın eşitsizlik yaratmada da son derece başarılıdır. 
Dahrendorfa göre,
Toplumsal rollerin  var olmasından ötürü, insan davranışları arasında uyumu sağlamak için onaylamanın gerekli olmasından ötürü, insanlar arasında derecelenme eşitsizliğinin de olması gerekir.
Bu anlamda toplumların kuruluşunda bulunduğu için toplumsal eşitsizliğin kaçınılmaz olduğunu ileri sürebiliriz.

Bryan Turner / Eşitlik 
Sosyal Politikalarda Etik Problemler Dersi 
Kitap incelemesi 

Çolpan Erdem - Ankara 
2013 / Mayıs 

21 Mayıs 2013 Salı

Schopenhaure ve Merhamet








Schopenhaure’un Merhameti demek geliyor içimden yazıya başlarken, sanki Merhamet onun icat ettiği bir kavram gibi.  Belki 140 sayfa boyunca sürekli bu kelimeyi okumaktan belki Merhamet Kavramının içime doğru bir baskılama yapmasından. Aslında bir yandan da Schopenhaure’un Merhamet duygusuna olan gerçek hislerini merak ederek, içimde bir yerde o kadar da önemsemiyor sanki bu duyguyu diye geçirerek.

Schopenhaure ‘un keskin bir şekilde sevmediği ve hatta tiksintiye yakın bahsedişleri var ya, ondan belki. Kan kusuyor sanki anlatırken.
Hayat en başta, HİÇ ya, anlamsız. Var olma ve yaşama isteği kör, ölüm olmasa yaşamak anlamsızdır. Dünya acıyla korkutulan ve acı çektirilen insanların oyun alanıdır. Bu dünya var olan ve var olabilecek en kötü dünyadır derken afakanlar basıyor.
İnsandan zerre kadar hoşlanmıyor,
‘’Cehennem başkalarıdır’’ lafı kanımı donduruyor. ‘’Çevremizdeki her şey, cehennemdeymişçesine kükürt kokuyor’’ söylemi de öyle.  İnsanın saçmalılıkları yüzünden yasalara ve devlete ihtiyaç duyulduğundan, yasalar olmasa insan kötülüğü ve umursamazlığının hemen çoğalacağından bahsederken;
 ‘Alçak olmayı biz istiyoruz, oluyoruz da, gerçek kötülüğün nedeni, insan denilen varlığın kendisidir ‘’ derken garip bir duyguyla okumaya devam ediyorum.

Yahudileri hiç sevmiyor, Yahudilerin pis kokusuyla uyutulmuş insanlar diye başlar kötü bir örnekleme yapıyor.
Hıristiyanları sert bir dille eleştirmekten de çekinmiyor.
Kitabının pek çok yerinde övmüş dahi olsa Kant ve günümüzün Filozof bozuntuları gibi tabirlerle diğer felsefecileri eleştiriyor.
Kadınları ussal olarak zayıf olduklarından ötürü adaletsiz, namussuz ve ahlaksız buluyor. Ona göre örneğin adalet eril bir duygu, kadın bir yargıç kadar gülünç olan başka hiçbir şey yok.

Merhamet adlı bir kitapta bulunan yüzlerce tabir, onlarca örnek, kötü kötü kötü diye bağırıp duruyor. Yaşam kötü, insanlar kötü, dünya kötü, var oluş kötü, Hristiyanlar kötü, kadınlar kötü, Yahudiler zaten kötü. Üstelik iyi ve kötünün ayrımını hayret edici şekilde güzel yaparken bu kadar olumsuzlama arasında.


Schopenhaure’a göre kötülük, acıları görmenin kişileri rahatlatmasından ötürü, sırf rahatlamak isteyen insanların başkalarına acı çektirmesiyle başlar. Kişi başkasına acı çektirdiğinde bundan bir haz alır, gerçek kötülük tam da budur ve sonra etrafı kana susamışlık sarar. ( kötülüğün bu tabirinde kana susamışlık sarması içimde şahane bir anlatım olarak yer buluyor kendine, evet diyorum ben de, başkasının acısından haz alan kişinin kana susamış akbabalardan bir farkı olmasa gerek!)

Sevinçlerin ise tek yaptığı şey isteklere yalan söylemektir. Hayat ile acı ayrılmaz bir bütündür ve sevinçler sadece acının kısa bir süreliğine uzaklaştığı an orta çıkarlar. O nedenledir ki insanlar hiçbir zaman o an yaşadıkları bir acı için ağlamazlar, asıl sebep daha önce hissettikleri acıların hatırlanmasıdır. Acıma duygusunu ise, insanın kendine bir başkası gibi bakarak ona acıması olarak tanımlar.

Dünyayı kendi merkezine alan insan başka her şeye bir hayalete bakıyormuş gibi bakar. İnsan bencildir. Her ne kadar nezaket bencilliğin uluorta yadsınması olsa da, başkalarının kötü olmasını istemek insanların bencilliklerindendir.

 Schopenhaure’a göre ahlaklılık idrakle başlar. Ahlak, adalet ve merhamet arasında bir bağ vardır. Merhametli kişiler başkalarının açlıktan ölmesine izin vermeyeceklerdir. Diğerlerinin rahatı ve refahını kendi refahı ve rahatı olarak algılar iyi kişi. İyilik ve merhamet, iyilik ve adalet hatta merhamet ve sevgi ilişkilerinde merhamet olmazsa bencillik vardır. Merhamet bu hikâyelerin tek aydınlık tarafıdır.

3 temel insan güdüsü vardır. Bunlar Bencillik, Kötülük ve Merhamettir. Doğuştan kötülüğe inanır Schopenhaure, ona göre kalp merhamete açıksa insan kötülükten uzak duracaktır fakat değilse kötülük yapacaktır. Gerçek erdemliliğin sonradan öğrenilebilecek bir duygu olmadığını savunur. Bu 3 güdü kişinin kendi rahatını amaçlamasını, kişinin başkalarının acı çekmesini amaçlamasını, kişinin başkalarının rahatını amaçlamasını sağlamaktadır. 
Merhametle başlar iyilikler ve merhametsiz olan her şey karanlık ve kötüdür. Kötülüğün koyuluğu iyiliği kaplar, yok eder.
Sonsuz bencil ve sonsuz isteyen insan varlığının bencillikten kurtulmasının yegâne nedeni merhamet duygusuna sahip olmasıdır.



Schopenhaure’un ağzından olumlu şeyler duymak oldukça güç olmasına karşın, Merhamet duygusuna bu denli önem vermesinin aslında sadece bir tespit yapmaktan öte olduğu kanısına varmaktan kendimi alamıyorum.

Yazının başında sevmediği şeyleri yazdığımda gözümün önünde aksi ama bilge bir ihtiyar gibi beliren Schopenhaure, Amerikalarının yerlilere yaptığı zulümleri, klişenin cayır cayır insan yakmasını, Avrupa’nın Doğu kültürünü küçümsemesinin aptallığını eleştirmesi ile ve hayvanlar için beslediği oldukça duyarlı hisler ile görünüm değiştirmeye başladı. Aksi ihtiyar gitti, merhametli biri geldi.

Bencillik ve kötülüğe karşı merhamet, daha yüzyıllarca savaşacak. Bu savaşı pek çok zamanlarda kazanacağı da nerdeyse kesin gibi görünüyor. Bunu böyle çözümlemek ve Schopenhaure’a katılmak durumundayım, üzücü olan bu. Galiba. Etkisi mi Schopenhaure’un, yoksa söylediklerinin doğru olması mı?


Çolpan ERDEM
Ankara - 2013

Sosyal Politikalarda Etik Dersi
Sosyal Politikalar Yüksek Lisans 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Hakikat Aşk/a




Özledim seni. Dilim damağım kan
Revan olur paylaşamayınca insan.

Hakikat kadar sana
Aşk kadar hakikate yaklaşsam
Özledim seni
Dilim damağım hüsran.
.....
.....
.....

Çolpan