9 Ağustos 2012 Perşembe

SENİN ANLADIĞIN

Dublinden dönemedim... Kalbim hala orada. O sakin dinginliğinde fırtınalar kopan şehir. Gönlü Akdenizde kalmış bir Avrupa'lı. Katolik bir çağdaş, olacak şey değil.  Hep o lacivert ülkeye gitmek isteyen bir tiyatro aşığı gibi geldi gözüme, söylemek istedikleri olan bir insan gibi... Durma söyle demek istedim... Senin suskunluğun mutsuz yapıyor beni... Ömrü hayatım bir yığın sıkıntıya maruz kalmadı mı? Şimdi kendimi nereye koysam biraz oralı, biraz yabancıyım. Biraz sakin ama en çok heyecanlıyım. Benim kalbim senin ruhun olmuş. Sen düşlemişsin, ben deneyimlemiş. Ele avuca sığmayan bir hayalci diyebilirsin bana, hırslarına yenik düşmüş bir aptal ya da. Ama sen en çok işine nasıl geliyorsa öyle diyeceksin. anlamadan, anlamlandırmadan, anlamaya hiç gerek duymadan, benim umurumda olup olmadığını hiç anlamadan... P Ama en çok neyim ben biliyor musun?  Yol yoktur, yürürsen yol olur diyen, diye düşünen, düşlerini gerçekleştirmeye öykünen bir zavallı gezgin. Fiziksel olarak eyleme dökemediği anlarda bile hayal eden, hayalle süslenen, hayalle güzelleşen, Camus okumadan çoook önce Yabancılaşan biri. Ben en çok neyim biliyor musun?  Bilme. Beni en çok sen bilme... Ne zaman bilmeye çalısşan ben uzak diyarlarda bir okyanus ürküntüsünde olacağım... Benim uzak diyarlarim senin şefkatlı kolların olmasın.  Ben en çok neyim biliyor musun?  Sen o kadar iyiysen, bana da söyle, Söyle de bileyim....

Hiç yorum yok: