7 Kasım 2015 Cumartesi

Anlama/ma Yetimiz Üzerine


Eristik Diyalektik

Eristik diyalektik tartışma sanatıdır. Mutlaka haklı çıkmak amacıyla tartışma sanatı... 
Fakat bir tezin objektiktif doğruluğu ile tartışmacı veya dinleyice göre geçerliliği iki ayrı şeydir. Diyalektik bunlardan ikincisi ile ilgilidir. 
Bu nereden ileri gelir? İnsan türünün kötülüğünden! .. 
Aristoteles şöyle bir yol izler; 
Her tartışmanın bir tezi veya problemi ve bunu çözmekle görevli önermeleri vardır. Burada söz konusu olan her zaman kavramlar arasındaki ilişkidir. Bu ilşkiler öncelikle 4 tanedir. Bir kavramın 1. Tanımı, 2. Cinsi , 3. Kendine özgü ayırt edici niteliği 4. kendine özgü veya onu başkalarından ayırt edici olsun ya da olmasın bir özelliği yani nitelemesi aranır. Her tartışmanın problemi bu ilişkilerden birine bağlanır. Diyalektiğin temeli budur. 
- Doğru derindedir! ( demokritos) 


Sadece seçkinler Platoyla birlikte şunları söyler; Çoğunluğun çok görüşü olur. Yani sıtadan insanların kafası saçmalıklarla doludur ve bunları süpürüp temizlemek çok zordur. 
Çünkü kendimize yararı olan ne varsa genellikle akla aykırı görünür. 
Anlama yetimiz yağsız yanan bir lamba değildir, tutkularla beslenir. 

Barış gerçekten daha değerlidir ( voltaire) ...

Schopehaur'un her biri parağraflara bedel o incecik kitabından benim altını çizdiğim etkileyici cümleleri, yaklaşık iki sene evvel okuyup not etmişim. Şimdi yeniden okuduğumda yeniden ilham doldu ruhum. Gayem şehirlerin nezaketten ve uygarlıktan yoksun insanlarını eleştirmekti aslında notlarımı karıştırırken. Neyse ki konudan sapmayacağım,yukarıdaki notlar  hatta beni destekleyecek vurgular içermekte. Fakat öncesinde geçtiğimiz dönem yaptığım tatlı bir kaçamaktan bahsetmek istiyorum. Akşamları fırsat bulduğumda yatay eksende sürekli karşılaştığımız dikey eksen de ise yol göstericimiz olan Siyaset Bilimi Bölümünün  " Aydınlanma" dersine katıldım bir kaç kez. Son derece özgür bir tartışma ortamının bulunduğu bu şahane derste beni son derece etkileyen bir şey oldu. David Hume ile tanıştım! Dersin içerisinde pek anlayamadığım pek çok kavramsal şey dönerken, bir diğer önemli şahanelik olan sevgili hocamız, David Hume'un o şahane sözünü söyledi..."Akıl tutkuların kölesidir!" 
Hala o anı etrafı hareli hatırlıyorum! Tanrım ne güzel bir anlatı!  Anlama yetimiz yağsız yanan bir lamba değildir demiş Schopenhaour da, tutkularla beslenir! 
Gelelim saçmalıklarla dolu kafaları olan sıradan insanlara. Sıradanlar mıdır bu tartışılabilinir fakat  Derinlerde olan doğruların peşine düşmemektedirler çoğu zaman. Tartışma ortamları işte tam da bu noktada kavramsal çöp yığınlarına dönüşür. Notlarımın en başında aktardığım 4 temel özellikten biri olan kendine özgü ayırt edici özellik, bana göre en çok ihmal edilen alandır. Çünkü geniş bir perspektifte görme, analiz edebilme ve muhakeme gerektirir. Kişinin kendi bildiğinin dışına çıkması da bilgeliktir bir bakıma. Ne var ki, önce bilmediğini kabul etmelidir. Matematiksel olanla tinsel olanı ayırt etmesi ancak sonrasında gerçekleşebilecektir.
Tartışma ortamlarından ve aklın tutkuya olan hizmetkarlığından uygar olmayan şehir insanına nasıl geçeceğimizi düşünebilirsiniz. Tartışma ortamlarının karmaşası tam da bir uygarlık eksikliğini yansıtmıyor mu sizce de? Aylar evvel okuduğum ve bir hayli etkilendiğim bir makalede, sorunun şehirleşme sorunu olduğunu haykırıyordu yazar. O haykırmada üstten bir bakış sezdiğim için cımbızlayarak hak verdiğim şeyler oldu, lakin idrakımda adil bir düzlemde, yapısal bir sorun olarak var oldular şehir insanları. 
Uygarlığın tanımını yapmayalım şimdi. Fakat sosyolojik düzlemde nezaketle, kendini başkasının yerine koyma ile, merhamet ve  ahlak ile olan bağını tartışmaya açalım. Uygar insanın tüm bunları öğrenmesi eğitim yolu ile gerçekleşiyor. Bu eğitim  bankacı eğitim modeli ( bkz. Fiere) ile değil, toplumsal süreci içerisne alan aile çevre ilişkileri ve toplumsal kabullerle gerçekleşiyor. Örneğin dolaylı iletişimin toplumda yaygın olması, çocuklarımızın bir ima kültürü ile yaşamasına neden oluyor. Hiç bir şeyi açık ve net anlatamıyor ve bir müddet sonra anlayamıyorlar. Bazıları ise toplumu karşısına alarak açık iletişim kanalları kullanan, öylesine kahraman(!) çocuklar oluyorlar. Bu kahraman çocuklar nezaketsiz, empatiden yoksun, her aklına gelen şeyi söylemeyi açık iletişim zannediyorlar üstelik. Bu her iki davranış biçimindekiler ne yazık ki uygarlıktan oldukça uzakta bir yerde duruyorlar. Onlarla bırakın tartışmayı iletişim kurmak dahi zor ve yorucu oluyor. Genellikle tartışmalarla kavgalarla sosyal sorunlarla süre gelen yaşamlarda etken veyahut edilgen oluyorlar. Sorunun ekseni içesinden bir o yana bir bu yana yuvarlanırlarken...
Uygar insanlar gerçeklik tartışmalarında barışı mı gerçekliği mi savunmalıdırlar? Ne demişti Hukuk Profesörü akrabamız. "Bakın çocuklar, medeniyet bir haklılıklar savaşı değildir! " Uzlaşı, uygar insanın yegane erdemlerinden biridir. O cümleleriniz arasında bir hatayı bulup çekip çıkaran kişi ile o hatayı gördüğü halde siz kırılmayın diye bunu fark ettirmeyen insan arasında fark vardır! Gerçekler de olaylar gibi bağlamından bağımsız düşünülemez. Gerçeklerin gerçekliğini tartışabiliriz, her bir gerçekte farklılaşacaktır elbette. Lakin Gerçekliğin öncelendiği yeri anlamak ile gerçeklik üzerinden ego savaşına girmek arasında fark vardır. Öyle bir an gelir ki gerçeklik uğruna canınızı verirsiniz, ve belki başka bir anda şehir meydanında toplanan onca kişinin karşısında kliseden dileğiniz özür, gerçekliği 700 yıl ötesine taşır, bugüne ilham olur. 
İşte o, tartışmanın hiç bir kavramsal özelliğini umursamayan uygar(!) insanlar , Galileo'nun dönekliğinden bahsedip dururlar. 
Eğitimle meslek sahibi olurlar da, uygar  olamazlar. Otobüslerde bedava seyahet eden yaşlılardan nefret ederler de  kendi yaşlılarının yanında ayaklarını uzatmazlar saygısızlık olmasın diye. Anne baba olmayı kutsallaştırırlar da, hamileyken sigara içmeyi normalleştirirler. Irkçılıktan nefret ederler bir de Kürtlerden, araplardan, zencilerden. Aileye çok önem verirler de akraba istemezler. Din kardeşi olmak isterler de komşuluk yapmak istemezler. El kötü, elalem daha kötüdür. 2 kere 2 yi öğrendi mi yeter, başka hiç bir hesabı kabul etmezler. Okumadan bilirler, okudularsa en çok bilirler. 
Böylelikle bunlarla uzar gider bu liste. Uygar(!)insan içerisinde kaybolur. Tartışma gibi tıpkı, hayatla olan diyaloğundaki tavrı. Köyünün zeki delikanlısı, cevval kızı, en yüksek puanlarla okumaya geldiği şehirde öğreniyor ya her şeyi. Köyündekiler gariban fakat daha uygar yaşarlarken hayatlarını, şehirde bir tartışmanın tarafı oluyor insan. Şehre kendini kabul ettirmenin yegane yolu belki, mutlaka haklı çıkmak için tartışma.
 Tartışmayı yürütmek zor zaanat. 
Kolay gele! 

Çolpan 

Sabaha karşı 03.29

Hiç yorum yok: