Konumuz, Söylem ve Etik. Söylemlerimizde etiği ahlaki bir değer olarak
ortaya koyduğumuzda aslında hangi kelimeleri kullanacağımızdan öte, hangi
kelimeleri kullanmayacağımıza odaklanmamız gerekiyor. Etik konusu etik olmayanı
konuşmadan anlaşılamayacak bir konudur bana göre. Bu nedenle birazdan
anlatacaklarım dilin etik değerlerden en fazla uzaklaştığı yerden ,‘ Ayrımcılık’
kavramından başlayacak. Başlangıç noktasına ayrımcılığı koymama karar verdiğim
an itibari ile; ‘’Dil ve Ayrımcılık’’, ‘’Dildeki ayrımcılık’’,
‘’Dilin ayrımcılığa etkisinin etik boyutları’’ konuları kafamı kurcalarken
okuduğum bazı şeylerden etkilenmemiş olduğumu söylesem yalan olur, hayranlıkla
etkilendiklerim var desem gene yalan. O nedenle direkt olarak kendi savımı
ortaya koymak istiyorum girizgâhı daha fazla uzatmadan.
Bana göre söylemlerimizdeki ayrımcılığın çıkış noktası ‘’statü savaşıdır’’. Fakat bu problem, statü sahibi olan ile statü
sahibi olmayan arasında vuku bulurken ekonomik ve sosyal şartların hiçbir önemi
yoktur.
‘’Entel dantel’’
diyerek aşağılanan bir filozof ile ‘ Allah’ımın köylüsü ‘ diye aşağılanan
Mehmet Amca belki de hayatları boyunca sadece bu düzlemde son derece eşit
olarak yargılanırlar. Ve her ikisi de
eşit ölçüde mağdurdurlar ilk kez.
Konuşma eylemini dâhili ve harici olarak 2ye ayırırsak, dâhili konuşma
düşünme ediniminden başka bir şey değildir. Wittgenstein ahlakın, dinin ve hatta felsefi söylemin dilin
sınırlarını aşacağını zikrediyor, son derece gerçekçi bir önerme olarak görüyorum
bunu. Lakin bir yandan da elbette ki ! dahili bir konuşma olarak adlandırılan
düşünce, bir konuşmadan çok daha ötesidir diye düşünmemek elde değil.
Özgürce düşündüğümüz yegâne yerde, (iç dünyamızda, zihnimizde) dışa vurumlarımız etrafın resmi, gayri resmi,
samimi, uzak, aile, eş dost, sevgili, kardeş farklılıklarında değişkenlik
gösterir. İletişim biçimimizi seçtiğimiz kelimelerle düzenler, mesafemizi de
ona göre ayarlarız. Ahlak, din ve felsefenin etkisi ve sınırları aşan gücü
elbette önemliyken, çok daha fazla değişkenin dilin sınırlarına giriyor olduğunu,
bazen söylemememiz gerektiğine son derece emin olduğumuz şeyleri söylediğimizde
anlıyoruz. Ahh bir şeytan gibi sızmış içimize, beynimizi ele geçirmiş ve
kelimeleri ansızın uçurumun kenarından itivermiş gibi olduğunda. Anlıyoruz
tetikleyicilerin çok daha fazla olduğunu…
Düşünce özgürlüğü düşünmenin var olmasıdır
derler ya, konuşma da öyledir bir bakıma. Sorun konuşma ya da konuşamama sorunu
değil, düşünme ya da düşünememe sorunudur tam da bu nedenle. Yansıtacağımız tüm
duygular, bütün dinamiklerin, inanışlarımızın, ahlak anlayışımızın ve
anlamlandırmalarımızın kafamızın içinde şekillenmesi ile başlarken, dışarıya
çıkışında kaygı düzeyimizde belirlenir. Ayrımcılıklardaki Statü Savaşları
ise, karşılıklı bir çaba ile statülerin
korunması çabasıdır. Bu nedenledir ki, dilde ayrımcılıklar en çok mesleklerle, sonra ırklarla ve dinlerle belli ederler kendilerini. Hayatımızın hemen her alanında çok fazlaca
egemen etkiye sahip Din, neden daha geri sıralarda bu açıklamada derseniz eğer,
size 2 nedenle açıklayabilirim bunu.
Birincisi, dinler, değerler ve
inançlarla ilgili olduğundan tüm toplumlarda saygı duyulan ve alalen olumsuz
konuşulmayan olgulardır
İkincisi ise dilin yarattığı anlam
kültüründen ötürü dildeki
ayrımcılığın aynı dine mensup insanlar arasında da yapılıyor olmasıdır.
Statüyü ne belirler peki? Para, pul, şan, şeref, lüks arabalar… Evet
hepsi belirler. Fakat bunların yanı sıra var oluşumuzun değerini herkesin gözü
önünde itibarlı bir yere koyar statü. Toplum tarafından kabul görmeyi sağlar. Öyle ki statünün büyüğü küçüğü olmaz. İşinde
gücünde yeteri kadar kazanan bir insan bile, statü hiyerarşisinde kendisine yer
bulmaktadır. İtibar ve saygınlığı ancak bu şekilde geliştirir.
Ancak, kültürden
kültüre değişiklik gösteren bir şey vardır ki, o da itibar ve saygınlığın
algılanış biçimidir!
İtibar ve saygınlık para ve pulla algılanıyorsa ne yapıp edip para
kazanmaya çalışırsınız toplumda kabul görmek için, işinde gücünde terbiyeli bir
insan olmanız yetiyorsa ne ala, modern bir toplumun bir parçasısınızdır ve
muhtemelen etik dışı ayrımcı bir dil ile ifade edilen pek çok söylemi
duymamışsınızdır kulaklarınızla.
Ülkemizde, annelerinin doktor ol diye diretmeleriyle boğuşan çocuklar, o
statü savaşlarıyla henüz tanışmamız çocuklar olduğundan anlayamazlar bu
meseleyi. Çünkü çocuk dünyasında da aslında var olan ve hatta çok kötü
biçimlerde de kendini gösterecek olan statü savaşları oynadıkları oyuna dâhil
etme ve etmeme şeklinde kendini göstermektedir. Annesinin doktor ol diye
direttiği genç adam, su tesisatçısıyım
dediğinde kimsenin kendisiyle evlenmeyecek yahut bir partiye hiçbir zaman davet
edilmeyecek olması gerçeğiyle henüz kötü bir şekilde tanışmamıştır. Ne zaman ki
sanayi bölgesinde çalışan işçiler akşamları evlerine gider, duşlarını alır ve
şehrin gözde eğlence mekânlarda eğlenmeye giderler, işte o zaman anne babalar çocuklarının
mesleki seçimleri konusundaki bu katı tutumlarından vazgeçeler. Sanayi bölgesinde
belediye otobüsünün altına yatıp otobüsün balatalarını sıkan işçinin her gün
yüzlerce kişinin hayatını etkileyecek derecede önemli bir iş olduğunu toplum ne
yazık ki, o işçinin aldığı ücrete göre değerlendirmektedir. Düşük ücretli
çalışan kişiler toplumda hiçbir zaman statü elde edemeyeceklerdir. Bu nedenle
bizimkisi gibi istihdam ve ücret politikalarında son derece başarısız
toplumlarda, meslekler statüleri belirleyecektir. Ve içgüdüsel olarak korunmaya
hiç kimseye kaptırılmamaya çalışan statüler, diğer statülerle savaşa
girişecektir içten içe. Henüz kendisinin bile farkında olmadığı bir savaş
olabilir üstelik bu.
Bir statü savaşı
olmasa bu dile yansıyan, neden Tarih Öğretmeni, Coğrafya öğretmeni kavgası olsun
ki? Neden iyi bir tarih öğretmeniyim hissini yaşamak varken, coğrafya
öğretmeninden daha iyiyim histerisine kapılsın. Neden küçümseyip aşağılasınlar birbirlerini
meslekler, Hâkimler Avukatları neden
ortada hiçbir neden yokken cahil cühela gereksiz tipler olarak görsünler? Sosyal hizmetçiler, Psikologları neden yerden
yere vursun? Birbirinin yerine geçme kaygısından olmasın bu. Statünün elinden
alınabilmesi kaygısı olmasın? Benim statüm senin statünü döver histerisi statüyü
takıntı yapmış bir toplumda statüsüne sıkı sıkı bağlanarak saygınlık ve itibar
kazanmaya çalışan insanlar yaratmaktadır.
Öyle bir genel kabulüdür ki bu her
ne olursanız ve her kim olursanız olunuz bu yükten kurtulamaz ve birileri
tarafından sürekli aşağılanırsınız. Adam bildiğin ‘’Kasap ‘’ der katil birinden
bahsederken, ‘’ Avukatlığını mı yapıyorsun? ‘’ diye sorar aslında yalan söyleme
demek isterken. ‘’Entel Dantel ‘’ der Aydın kişiye, Çoban diye bahseder cehaletten…
Bu liste uzar gider böylece…
Gelelim dile yansıyan ’Irk’’çı söylemlerlere. Irkçı söylemde de statü, kendini topluma ait hissetme, toplumda
kabul görme ve güvende kalmadır. Çemberin içi güvenlidir, dışarısı değil. Irkın
üstünlüğü hep hatırlatılmalıdır bu nedenle.
Irkçı söylemlerin ülkemizde en yaygını Çingene Kelimesidir. Çingene
anlamını yüklerken pek çok olumsuz gönderme yapan topluluklar, kendilerini
toplumda daha üstün görmektedirler. Statü sahibi olan kendileridir. Bu nedenle
Çingenelik yapmak, bir çeşit aşağılayıcı tutumdur. Kendileri hiç kavga etmiyor,
sokaklarda yaşayan herkes birbirine kırmızı çiçekler uzatarak yürüyormuş gibi,
suç oranları sanki çok düşükmüş, hırsızlık uğursuzluk olmuyormuş gibi ,,, ama Çingeneler
kavgacı gürültücüdür. Çingen çadırı vardır,
çok pis ve dağınıktır. Çingen çalar Kürt
oynar deyimi ise, söz konusu bu statü savaşına bir başka grubun daha
eklenmesidir. Keza buradaki sorun bahsi geçen gruplar değil, bu söylemleri
gerçekleştiren toplumların bakış açısıdır. Ki bu nedenle, bütün toplumlarda
diğerini aşağılan atasözleri ve deyimler bulmak mümkündür.
Statü Toplumun içinde, toplum tarafından ve toplumun kurallına göre
şekilleniyor olduğuna göre, toplumun bir diğer kabul kuralı olan DİN kardeşliğinden
etkilenmemesi mümkün değildir. Din kardeşleri
arasında toplumun pek çok diğer sosyal tarafında olmayan bir hiyerarşik durum
vardır, koşulsuzca, sormadan, sorgulamadan, statü ile savaşmayan bir kabul ile
şekillenir. Ancak statü ile savaşmamak demek, statü sahibi olmamak demek
değildir.
Kardeşler arasında olduğu gibi elbette din kardeşleri arasında da pek çok
kavga gürültü olur. Hele ki benim üvey kardeş gibi nitelendirdiğim başka dinin
mensupları ile. Aynı Tanrı’ya inanan farklı dinlerdeki insanlar binlerce yıl
boyunca savaşmış, başka dinlere de saygı duymak yerine, kendi dinini yaymaya çalışmıştır.
Bu noktada da statü savaşının kirli ellerini insanoğlunun üzerinden hiç
çekmemiş olduğunu anlayabiliriz.
Söylemlerde din üzerinde yapılan ayrımcılıklarda ülkemizde en yaygın
olanı ‘gâvur’ kelimesidir. Gavur dağını da görürsünüz, kocasını ‘ gâvur’ gibi
gören kızgın kadını da. Gâvur kötüdür, dinsiz imansız, ahlaksızdır. Suriye'nin
Havran ile Lübnan'ın dağlık bölgelerinde
yaşayan ve Sünni mezhepler tarafından din dışı ilan edilerek baskı altında
tutulmuş olan Dürzilik mezhebine bağlı kişileri ifade eden Dürzü kelimesi,
ülkemizde argo bir tabire dönüşmüştür.
Bir diğer şansız güruh, Yahudilerdir. Yahudiler de en az gâvurlar kadar
kötü bir üne sahiptirler. Yahudi kafası var bu çocukta demek aslında ahlaksızca
bir ticari zekâya sahip demektir.
Sonuç olarak Dil,
taraflıdır.
Ve her zaman
kendi tarafını tutacaktır.
ÇOLPAN ERDEM
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Sosyal Politikalar Yüksek Lisans
Programı
Sosyal Bilimlerde Etik Problemler Dersi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder